Çameli Ziraat Odası

Vatan Hürriyet Ekmek

ZOBİS
ZOBİS
Çameli Ziraat Odası > TÜTÜN YETİŞTİRİCİLİĞİ

TÜTÜN YETİŞTİRİCİLİĞİ


Açıklama

  
Tütün bitkisi, kurutulmuş yaprakların yakılması ile ortaya çıkan dumanın içe çekilmesi veya tozlarının enfiye halinde buruna çekilmesi veya özel işlem görmüş yapraklarının çiğnenmesi suretiyle kullanılır.


      Tütün içme adeti, tütünün vatanı olan Amerika’da başlamıştır. Yerliler dini törenlerinde kokulu bitkilerle birlikte tütün yapraklarını tütsü olarak kullanmışlardır.


     Dumanı teneffüs eden yerliler zamanla bu bitkinin keyif verici etkisini fark etmişler ve adi kamış ve bambudan yapılmış Y şeklinde bir borunun çatal kısmını burunlarına sokarak veya ağızdan üfleyerek dumanı içe çekmeye başlamışlardır. Böylece piponun en eski şekli ortaya çıkmıştır.  


Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfine kadar Avrupa’nın tütünden ve tütün içme adetinden haberi olmamıştır.
Kolomb ve arkadaşları, kırmızı derili insanların kuru bir otu mısır koçanına sararak içtiklerini, ağız ve burunlarından duman çıkardıklarını ve yerlilerin buna “tabaco” veya “tombac” adını verdiklerini hayretle görmüşlerdir. 
Tütün içme adeti, Amerika’yı keşfeden Portekiz’li ve İspanyol gemicilerin önce kendilerinin alışması ve daha sonra yanlarında diğer şehirlere götürmeleri sonucunda yaygınlaşmaya başlamıştır.


Gemilerin iki kıta arasında gidip gelmesi suretiyle İspanya, Portekiz ve diğer Avrupa şehirleri, tütünü ve içme adetini tanımışlardır. 
Meksika’nın “Tabesco” bölgesinde tütün tarımının yapıldığını gören İspanyollar, Küba’da tütün içme borusuna “tabaco” adının verildiğini duymuşlar ve “tabaco” adını kullanarak her gittikleri yerde bu adın yayılmasını sağlamışlardır. 
1518 yılından sonra tütün tohumu, İspanya, Portekiz ve Fransa’ya getirilmiştir. 


Avrupa, tütünden önce süs bitkisi olarak fakat kısa bir süre sonra da şifa bitkisi olarak faydalanmıştır.
Nikotin adı, Fransa’nın Lizbon büyükelçisi Jan Nicot’un adından gelmiştir.
Jan Nicot, bu bitkinin çıban ve yaraların tedavisinde kullanıldığını bir mektupla bildirmiş ve bitkinin fide ve tohumlarını kraliçe Katerina’ya göndermiştir.

 

    Kraliçe ve büyük rahip, bitkileri dikkatle sarayın bahçesinde yetiştirmişlerdir. Dumanı kraliçenin baş ağrısına iyi geldiği için bu bitkiye “kraliçe otu” adı verilmiştir.

 
İngiliz ve Venedik gemicileri tarafından 1601-1605 yılları arasında tütün ilk kez İstanbul’a girmiştir. Bu dönemde padişah olan 1. Ahmet zamanında hızla yayılan tütün içme olayı, hoca ve müftülerin dine aykırı bulmaları üzerine yasaklanmıştır.
1633 yılında 4. Murat zamanında İstanbul, Cibali’de tütün yüzünden meydana gelen büyük yangına sebep olanlar idam edilmiş ve tütün içenlerin ölüm cezasına çarptırılacağı ilan edilmiştir. 4. Murat, koyduğu yasaklara uyulup uyulmadığını kontrol etmek için kıyafet değiştirerek İstanbul sokaklarında ve kahvelerde dolaşmış, yakaladığı tiryakilerin boyunlarına bir demet tütün astırıp ibret için mahalle mahalle dolaştırdıktan sonra idam ettirmiştir. 1680 yılında tütünden önemli bir gelir sağlanabileceğini düşünen Osmanlı Hükümeti, tütün içmenin yanında tütün tarımını da serbest bırakmıştır.


      Osmanlı İmparatorluğunun iklim ve toprakları tütünün yetişmesine o kadar elverişli olmuştur ki, tütün içme adetinin doğudan geldiğini iddia edenler ortaya çıkmıştır.
Osmanlı topraklarında ilk kez 1687 yılında 2. Sultan Süleyman’ın emriyle Makedonya’da; Yenice ve Kırcaali’de, Suriye’de; Latakia’da tütün tarımı başlamıştır.
17.yüzyılın başından itibaren tütün, seyyahlar vasıtasıyla kısa zamanda Anadolu, Suriye ve Mezopotamya (Irak) da yayılma göstermiş ve insanlarda sigara içme alışkanlığı hızla artmıştır.


Bu alışkanlık kahvehanelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Sabah erken saatlerden gece geç saatlere kadar kalabalık kahvehanelerde sigara alışkanlığı sürdürülmüştür.
      Osmanlı topraklarında tütün içme yasağının kaldırılmasından hemen sonra hem tarımı hem içme olayı hızla yayılmıştır.
 
Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan’da yetişen tütünlerin kuru yapraklarının renklerinin çok güzel olması, bu tütünlere olan talebi artırmıştır. Bu ülkelerde yetiştirilen tütünler topraklara o kadar iyi uyum göstermişlerdir ki, sadece renk bakımından değil, yaprak boyutu, dokusu, yanıcılık ve aromatik özellikleri bakımından da diğer tütün tiplerinden ayrı niteliklere sahip olmuşlardır.
Bu sebepten tütün uzmanları bile “aromatik veya oryantal tütünlerin kaynağı nedir?” sorusuna cevap bulamamışlardır. Bu tütünler, dünyada yetiştirilen diğer tütünlerden ayrı değerlendirilmek suretiyle dünya pazarında kıymetini korumuştur.
 
Osmanlı topraklarında tütün yetiştirilmeye başlanmasından Kırım savaşına kadar geçen  (1687 – 1854) devre, tütün üretiminin yayılma devresidir. Bu devrede tütün, iç tüketim için yetiştirilmiştir. Ruslara karşı Kırım savaşındaki (1856) müttefiklerimizden İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin o zaman elle sarılarak içilen Türk tütününe alışmaları, dünya pazarlarındaki tütünlerimizin tanınmasını sağlamıştır. Nitekim bu savaştan sonra İngiltere başta olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri, Mısır ve Amerika, Türk tütününü ithal etmeye başlamıştır.


Diğer yandan sigara endüstrisinin bu ülkelerde gelişmesiyle, ülkemizde tütün üretimi ve ihracatı her yıl biraz daha artmıştır. Bu durum 1912 yılına kadar devam etmiştir. Bu devrede Türk tütünü ithal eden ülkeler tarafından kendi dolgu tütünlerine çeşni vermek için doğrudan doğruya kullanılmıştır.


Bu şekilde gittikçe artan üretimimiz, 1. Dünya savaşının patlak vermesi ve Yunanistan, Bulgaristan, Rusya ve hatta Yugoslavya gibi devletlerin şark tütünü üretiminde dünya pazarına girmeleri nedeniyle azalmıştır. Savaş yıllarında üretimimiz 51 bin tondan 19 bin tona kadar düşmüştür. 
Savaşın etkilerinin ortadan kalkmasıyla birlikte üretim yeniden artmaya başlamıştır. İkinci Dünya savaşında Yunanistan’ın ve Bulgaristan’ın maruz kaldığı sarsıntı, Türk tütünlerine olan talebi daha da artırmıştır.
 
 1872 yılına kadar çeşitli değişikliklerle düzene sokulmaya çalışılan tütün idaresi bu yılda iki rum bankerine 3500 altın karşılığında satılır. Böylece komik denecek bir rakamla tütün satmak ve işletmek hakkı iki rum bankerine devredilmiş olur.
Fakat bu bankerlerin devlet içinde devlet kurma hırsının tütün idaresine zarar verdiği görülünce anlaşma altı ay gibi kısa bir sürede feshedilir.
 
Çalkantılı dönemleri atlatıp artık sistemli bir şekilde üretim ve satışa yönelmek isteyen hükümet, bu yıllarda sigara ve paket tütün üretimi yapan fabrikalar kurmaya başlar.
Bu yatırımların ardından 1883 yılında yapılan bir anlaşmayla tütünün işletilmesi hakkı 30 sene süreyle “Reji Şirketi” adlı Fransız şirketine devredilir. Bu şekilde, devlet içinde yabancı tekelin temeli atılmış olur.
Tütünün idaresinin yabancı bir şirkete verilmesi, siyasal anlamda tartışma yaratmış, halkla olan ilişkiler ve kaçakçılık sorunu da sosyal anlamda olumsuz etkilere yol açmıştır.
Reji’nin, özellikle kaçakçılıkla mücadele edebilmek için aldığı tedbirler, halkı yıldırmıştı. 1890 yılında gemi ve kayıklarla yapılan tütün kaçakçılığını önlemek için Reji idaresi 3 kruvazör almış ve bunlardan birine elektrikli aydınlatma aracı koymuştu.

Karada ise 6500 kişiden oluşan kolcu kuvvetlerle kaçakçılığı önlemeye çalışıyordu.
Denetim o kadar sıkıydı ki, alınan ruhsatlarla evler ve kişiler didik didik aranabiliyordu.
Bu aramalar sırasında çıkan çatışmalarda yaklaşık 20 bin kişi canını yitirmişti.
Reji idaresinin kaçakçılıkla mücadelesi sırasındaki eziyeti yanında bazı beklentileri karşılayamaması sonucunda şikayetler artmaya başlamıştı.


Aynı zamanda Reji’de umduğunu bulamayarak vergileri artırmaya başlamıştı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğundaki tütün üretim ve tüketiminin yaygınlığı dikkate alınınca Reji idaresinin faaliyetlerinde daha fazla gelir beklentisi doğmuştur. O dönemde erkeklerin yanı sıra kadınların ve çocukların da sigara içtiği, hatta iftar topu atıldığında Müslüman işçilerin sigara ile oruç açtıkları söylenmektedir. Fakat gelirlerin düşük olduğu, piyasaların gelişmediği ve kaçakçılığın yoğun olduğu o dönemde vergi toplamanın zorluğunun da etkisiyle Reji, beklediği geliri elde edememişti.


Şikayet konularından en önemlisi de buydu. Yani Reji’nin devlete vaat ettiği gelirden daha az gelir elde etmesiydi.
Ancak Reji şirketi, Osmanlı halkına daha fazla gelir getirmek için değil Osmanlı borçlarının ödenmesinin garanti altına alınması için kurulmuştu. Yani bir bakıma IMF’nin o dönemdeki benzeriydi.
 
 İkinci şikayet konusu, üretimin sınırlandırılmasıydı. İhtiyaç fazlası tütün üretiminin yarattığı sorunlara çözüm yolları aranmış fakat şikayet konusu olmuştu.
Üçüncü şikayet konusu da, kaçakçılığın önlenmesi için istihdam edilen Reji kolcularının yarattığı zulümdür.
Tüm bu olumsuzluklar göz önünde bulundurularak uzun bir süre üretilen tütünleri işleten reji, karşılıklı anlaşma çerçevesinde 1921 yılında idareyi tamamen devlete bırakmıştır. 
 
Tütün Coğrafyası
1990’lı yıllardan itibaren tütün mamullerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin tespitiyle kamuoyunda bu yönde bir farkındalık yaratılması, ilk olarak 1996 yılında bazı kapalı mekanlarda tütün mamulleri tüketiminin yasaklanmaya başlaması ve günümüze değin bu yasakların kapsamı genişletilerek ilerlemesi sürecinde tütün ekim alanlarında ciddi bir gerileme görülmüştür.
Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de tütün yetiştiricileri alternatif tarım ürünleri yetiştirmeleri konusunda teşvik edilmekte ve destekleme ödemeleri ile birlikte yeni tarım ürünleri konusunda eğitilmektedirler.
Yıllar itibariyle tütün ekim alanlarının coğrafi bölgelerimize göre dağılımına baktığımızda şekil 3’te görüldüğü gibi gerek 1988’de gerekse 2010’da Ege Bölgesi, Türkiye tütün ekim alanlarının yarısından fazlasına sahip bulunmaktadır. 1988 yılındaki % 61’lik payı 2010 yılına gelindiğinde % 76’ya yükselmiş olup kabaca Türkiye tütün ekim sahalarının ¾’üne sahip bulunmaktadır. Ege Bölgesi’nde Afyonkarahisar dışındaki tüm illerde yetiştiriciliği yapılmaktadır. İlgili şekilden de anlaşıldı gibi Türkiye tütün ekim alanlarının % 95.1’i (77.348 ha.) kıyı bölgelerimizde bulunmakta olup iç bölgelerimizin önemsiz bir payı bulunmakta, İç Anadolu Bölgesi’nde ise tütün ekimi yapılmamaktadır.


Aradan geçen 22 yıllık süreçte Ege Bölgesi’ndeki kayda değer gelişme dışında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki ekim alanları iki katından fazla bir azalmayla payı % 10’dan % 4’e gerilemiştir . 1988 yılında alan bakımından 35.955 ha. ile ikinci sırada yer alan Karadeniz Bölgesi’nin tütün ekim alanı 2010 yılında 8.694 ha.’ya gerilemiştir. Benzer şekilde Marmara Bölgesi’nde 19.936 ha.’dan 5.098 ha.’ya; Akdeniz Bölgesi’nde 12.454 ha.’dan 1.319 ha.’ya ve son olarak Doğu Anadolu Bölgesi’nde 4.090 ha.’dan 775 ha.’ya gerilemiştir ( TÜİK, 2013). 1988’den 2010 yılına gelinceye dek tütün ekim alanları Ege Bölgesi dışındaki bölgelerimizde % 50’den fazla bir gerileme göstermiştir. Bu durumda tütün mamullerinin insan sağlığına olan olumsuz etkilerinin kamuoyu bilinçlendirilmesi ile birlikte TEKEL’in kaldırılması, destekleme alımlarına son verilmesi ve çiftçilerin alternatif tarım ürünlerine yönlendirilmesinin payı büyüktür. Bu durumdan da anlaşılacağı üzere Türkiye’de önümüzdeki yıllarda tütün ekim alanları ve buna bağlı üretimde gerileme süreci devam edecektir. Ekim alanlarının illere göre dağılımına baktığımızda 2010 yılı itibariyle ülke genelinde toplam 27 ilde 81.333 ha. alanda tütün ekimi yapılmıştır.
Türkiye’nin en geniş tütün ekim alanları Manisa ve Denizli illerinde bulunmakta olup buraları sırasıyla Uşak ve Samsun takip etmektedir. Geri kalan illerimizin ise toplam ekilen arazileri içerisinde tütün payı oldukça az olup uygulanan politikalarla yıldan yıla da alanı daralmaktadır.


Tütün yetiştiriciliği açısından ilk sırada yer alan Ege Bölgesi’nin aynı zamanda da Türkiye’nin en büyük tütün üreticisi konumundaki Manisa’da 28.122 ha. alanda tütün ekimi gerçekleşmiştir.
Türkiye toplam tütün ekim alanının % 34.5’ini kapsamakta olup ilin ekili alanlarının % 11’i tütün yetiştiriciliğine ayrılmıştır (TÜİK, 2013). Manisa’nın tüm ilçelerinde tütün yetiştiriciliği yapılmakta olup bazı yerlerde adeta monokültür özelliğindedir. En geniş ekim alanına sahip ilçeler Akhisar (5.658 ha.), Demirci (3.632 ha.), Gördes (3.119 ha.) ve Saruhanlı (2.876 ha.) olup il toplamının % 54.3’üne sahiptirler.Manisa’nın ardından ikinci sırada yer alan Ege Bölgesi’nin bir diğer önemli tütün üreticisi Denizli’de 2010’da toplam 19.228 ha. alanda ekim söz konusu olmuştur.
Denizli’de de 2010 yılında ekilen tarım alanlarının % 7’si tütüne ayrılmıştır. İlde tütünün en fazla ekildiği yerler sırasıyla Tavas (6.153 ha.), Kale (5.974 ha.), Güney (1.752 ha.) ve Acıpayam (1.708 ha.) olup bu dört ilçe toplam tütün ekim alanlarının % 81’ine sahiptir (TÜİK, 2013).


Türkiye’nin 3. en geniş tütün ekim alanına sahip ili olan Uşak’ta 2010 yılında toplam 6.059 ha. alanda tütün ekimi yapılmış olup ilin ekilebilir alanının % 3’üne tekabül etmektedir. Banaz dışında tüm ilçelerinde tütün ekimi yapılan Uşak’ın en geniş tütün ekim alanları 3.353 ha. ile Eşme ve 1.719 ha. ile Ulubey’de olup diğer ilçelerin pay önemsizdir.
Türkiye’nin özellikle de Karadeniz Bölgesi’nin geleneksel ve en önemli tütün üreticisi Samsun’da ekim alanlarının dağılımına baktığımızda tütün ile adeta özdeşleşmiş olan Bafra 2.843 ha.’lık ekim alanı ile merkez konumundadır. Bafra’yı sırasıyla 1.197 ha.’lık ekim alanıyla Alaçam, 475 ha. ile Vezirköprü ve 282 ha. ile de Tekkeköy takip etmektedir (TÜİK, 2013). Bahsi geçen bu 4 ilçenin toplam 4.797 ha.’lık ekim alanı toplam tütün ekim alanının % 93.6’sını teşkil etmektedir.
 
Türkiye tütün üretiminin ardından kısaca Türkiye’de üretilen tütün tiplerine de değinmek yerinde olacaktır. Çalışmamızın başlarında da Türkiye’de yetiştirilen tütünlerin % 95 kadarlık kesiminin Türk (Şark/Oriental) tipi tütünlerdir.
Bu tütünler aromatik özellikleri ve içeriklerine göre 4 gruba ayrılmıştır:
a) Ege Bölgesi Tütünleri: Uluslararası pazarlarda “İzmir Tütünü” olarak da bilinirler ve yüksek kaliteli tütünlerdir.
b) Marmara – Trakya Bölgesi Tütünleri: Kendi içerisinde üç alt gruba ayrılır; Bursa – Düzce – İzmit Grubu; Hendek – Balıkesir Grubu ve Trakya Grubu.
c) Karadeniz Bölgesi Tütünleri: Bölge tütünleri 4 alt gruba ayrılmaktadır; Samsun – Bafra Grubu; Taşova – Tokat Grubu; Trabzon – Artvin Grubu; Gümüşhacıköy (Basma) Grubu.
d) Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Tütünleri: İç bölgelerimizi kapsayan bu grupta kendi içerisinde 4 alt gruba ayrılmaktadır; Adıyaman – Malatya Grubu; İskenderun – Yayladağ Grubu; Silvan Grubu ve Bitlis – Şemdinli – Muş Grubu.
 
TOPLAM TÜTÜN MİKTARLARI
 Tütün kalitesinin muhafazası ve ilerleyen dönemlerde iyi fiyattan alıcı bulabilmesi açısından depolama önemli bir husustur. Öte yandan 1940’lardan beri süre gelen ve kalitesine bakılmaksızın yapılan destekleme alımları neticesinde 1994 yılında mevcut stokumuz 568.696 tona ulaşmıştır.
Bu miktar 2010 yılı üretiminin 10 katını aşmaktadır. 1994’te 569.000, 1999’da 520.955, 2002’de de 527.446 ton olan tütün stokumuz 2010’da 100.749’a gerilemiş, 2011’de de küçük çaplı bir artışla 117.349 tona ulaşmıştır. Türkiye’de 2011 yılında mevcut bu stoklar 3 tanesi kamuya ait toplam 76.460 ton kapasiteli depolar ile özel sektöre ait toplam 289.672 ton kapasiteli 116 depoda muhafaza edilmekte olup 2011’de toplam tütün stokumuzun sadece 10.840 tonu kamuya ait depolarda muhafaza edilmiştir (TAPDK, 2012: 27).
Depoların destekleme alımları yapıldığı dönemlerde kapasitesini zorlayacak şekilde dolması ve Türk tütününün uluslararası pazarlarda gücünü yitirmeye başlaması belirli dönemlerde tütün imhasını kaçınılmaz kılmıştır. Bu kapsamda 1987’den 2007 yılına kadar TEKEL tarafından toplam 174.540 ton tütün yakılarak imha edilmiştir. 
TÜTÜNDE SON DURUM
                                                   
Tarım sektörü doğrudan ve dolaylı olarak sağladığı istihdam, sanayi, turizm (agroturizm) ve ticaret gibi diğer iktisadi faaliyetlere olan büyük etki ve katkısı ile sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın üzerinde en fazla durduğu alandır. Örneğin; 2006’da AB toplam harcamaları içerisinde tarım % 46.7 ile en büyük paya sahiptir. AB müzakereleri süresince de Türk tarımı ciddi değişimlerin ve en büyük dönüşümün yaşanacağı sektör olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarım sektörü içerisinde bazı politikalar, uygulamalar ve ürünler çok uzun yıllar güncelliğini ve önemini koruyabilmiştir. Bunlardan bir tanesi ve belki de en eskisi tütün yetiştiriciliği ve politikalarıdır. Tütün (Nicotiana tabacum L.) hem Osmanlı İmparatorluğu döneminde hem de Cumhuriyet döneminde ekim alanı, ticareti ve politikalarıyla önemini ve gündemdeki yerini korumuş bir tarım ürünümüz olmuştur. Ülkemize girdikten kısa bir süre sonra hızla yayılan tütün, insan sağlığına hiçbir yararı bulunmayan, doğrudan veya dolaylı herhangi bir gıda özelliği taşımayan, sadece keyif/zevk amaçlı tüketilen bir endüstri (keyf/aromatik) bitkisidir. Türkiye şartlarına çok iyi adapte olmuş ve tüm dünyada aranılır hale gelmiş Türk/Şark tipi tütünlerin üretim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Yakın yıllara değin de dünya tütün üretiminde ilk 5’te, Türk/Şark tipi tütünlerin ihracatında da ilk 3’te kalmayı başarmıştır. İç Anadolu Bölgesi haricinde ülkemizin tüm bölgelerinde yetiştirilen tütün coğrafi şartlara bağlı olarak farklı özellikte mahsul (Gaziantep’te Hasankeyf tütünü, Pazar’da puroluk tütün, İskenderun’da tömbeki tütünü, Bafra’nın kendine has tütünleri ve bir coğrafi işaret olan Çelikhan tütünü gibi) elde edilmesine olanak tanımıştır. Türkiye’deki tütün yetiştiriciliğinin yaygınlaşmasında tütünün adaptasyon yeteneğinin yüksek olmasının yanı sıra destekleme alımlarının yapılması ve kalitesine bakılmaksızın çiftçinin elindeki tütünün alınmasının büyük rolü vardır. Bu durum ilerleyen yıllarda stok sorununa ve Türk tütününün kalitesinin düşerek uluslararası pazarlarda prestij kaybetmesine yol açmıştır. Plansız üretimle ortaya çıkan ihtiyaç fazlası stoklar üretilen tütünlerin gerçek ekonomik değerinin ve maliyetinin çok altında fiyatlarla dünya piyasalarına arz edilmesine neden olmuştur ki ihracatımızda önemli bir payı bulunan tütününü zamanla payındaki daralmada bu durumda etkili olmuştur. Tütün ziraati ve ticareti Türkiye için oldukça önemli ve stratejik bir noktadayken ilerleyen yıllarda bir sorunlar dizisi halini almış ve çeşitli dönemlerde tütünle ilgili birtakım kararlar alınmasını zorunlu kılmıştır. Devletin bu hususta almış olduğu ilk ciddi tedbir tütün ekim alanlarını sınırlandırmış ve 1994’e gelindiğinde de kota uygulaması başlatmıştır. Fakat bu hususta mevcut stokları eritmediği gibi ilerleyen yıllarda artışın önüne geçilemediği fark edilmiş ayrıca da tütün mamullerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkisinin yarattığı gündem, 1996’da belirli alanlarda tütün ve tütün mamulleri tüketiminin yasaklanması üretimde kademeli olarak bir azalma yaratmıştır. Bununla birlikte Türkiye’de üretilen Türk/Şark tipi tütünlerin pazar payının daralması ve yabancı tipte tütünlerin (Virginia ve Burley gibi) ekimine yönelinmemiş olması Türk tütüncülüğünde bir başka sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye topraklarında 400 yıllık bir geçmişi bulunan tütün 2000’li yıllara gelindiğinde yapılan yasal değişikliklerle başka bir boyut kazanmıştır. 9 Ocak 2002 tarihli 24635 sayılı Resmi Gazete ilanıyla yürürlüğe giren 4733 sayılı Kanun ile Türkiye tütüncülüğünde köklü bir değişim niteliğindeki ve yaklaşık 60 yıllık bir uygulama olan destekleme alımları kaldırılmış ve sözleşmeli üretim sistemine geçilmiştir. Yasayla beraber ülke genelinde tütün üretimi tamamen serbest hale gelmiştir. 2002’deki bu büyük değişimle tütün ekim alanlarında dikkat çekici bir daralma ve buna bağlı olarak üretimde dikkat çekici bir gerileme yaşanmıştır. 2010 yılına gelindiğinde Türkiye 81.333 ha.’lık ekim alanından toplam 53.018 tonluk tütün elde etmiş ve bu üretim değeriyle tütün üretici ülkeler içerisinde 18. sırada yer almıştır. Üretimdeki bu gerilemeye bağlı olarak birkaç yıl öncesine değin tütün ziraatinden 1 milyonu aşkın kişi geçimini sağlarken 2010’da sayı 217.256’ya kadar düşmüştür. Ege Bölgesi hala en önemli tütün yetiştiricilik merkezi olup Karadeniz Bölgesi’nde Samsun ve çevresi bir diğer önemli tütün üretim merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır. İç bölgelerimizde ise tütün yetiştiriciliği azalmakta ve dağınık bir yayılış sergilemektedir. İller bazında ise Manisa, Denizli, Uşak, İzmir ve Samsun en büyük üreticiler olup Düzce, Sakarya ve Kırklareli ise oldukça sınırlı bir tütün üretimi olmalarına karşın en yüksek verimin alındığı yerlerdir. Türkiye tütüncülüğü konusunda ticarette yaşanan değişim ise oldukça dikkat çekicidir. Dünyanın en önemli Türk tipi tütün ihracatçısı olan ülkemiz ne yazık ki hatalı politikalar neticesinde tütün ithalatçısı konumuna gelmiştir. Özellikle 2010 yılındaki 67.241 tonluk tütün ithalatı toplam tütün üretimimizden daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. Buna karşılık aynı yıl 80.311 tonluk tütün ihracatımız gerçekleşmiştir ki mevcut stoklarımız göz önüne alındığında bu oldukça düşük bir seviye olup son 3 yıldır ihracatımızda ciddi bir gerileme yaşanmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ihracatımızdaki payı % 30’u aşarken günümüzde % 2’yi dahi bulmamaktadır. Tütün yetiştiriciliği ve ticaretindeki bu gerilemelere rağmen gerek istihdam gerekse ekonomiye sağladığı katma değer açısından Türkiye için hala önemli bir tarım ürünüdür. 2010 yılı itibariyle gerek AB ölçeğinde gerekse komşu ülkeler ve Ortadoğu kapsamında bölgenin en önemli tütün üreticisi ve tedarikçisidir. Fakat alınan tedbirler ve tütün ziraatindeki hızlı gerileme Türkiye’nin tütün pazarındaki payını hızla geriletebilecektir. Her ne kadar daha öncede bahsettiğimiz gibi insan sağlığına yararından öte zararı dokunan bir ürünün hammaddesini teşkil ediyor da olsa ekonomik hayattan bir anda silinemeyecek bir üründür. Çeşitli teşvikler ve eğitimlerle tütüne alternatif ürünlerin yetiştirilmesi konusunda uygulanan proje ve politikalar ne yazık ki öngörülen sonucu sağlamamış ve çok az çiftçi bu anlamda devlet desteğine başvurmuştur. Tütün ekiminden uzaklaşan çiftçiler ekseriya bölgelerine özgü ürünlerin ekimine yönelerek tanımadıkları bitkilerin ziraatinden uzak durmayı tercih etmişlerdir. Fakat burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta da tütüne alternatif bir zirai ürünün bulunmasında yaşanacak güçlüktür. Yetiştiricilik kısmında da belirtildiği gibi tütün eğimli sahalarda, çok da zengin olmayan topraklarda, münavebe, sulama ve gübreleme gerektirmeyen bir bitkidir. Başka bir ifadeyle çiftçi tarafından atıl olarak adlandırılan sahaların değerlendirilmesinde oldukça önemli ve uygun bir bitki olan tütüne alternatif bulmak oldukça güçtür. Tütün yetiştiriciliği konusunda ülkemizdeki bir diğer eksiklik ise birlik ve kooperatifleşmenin neredeyse olmamasıdır. Sözleşmeli üretime hazırlıksız geçen tütün üreticisi zaman zaman haklarını hukuki yollara başvurarak arar pozisyona düşmektedir. Bu anlamda kamunun da desteğiyle alıcı karşısında güçlerinin artırılabilmesi için üretici örgütlenmesi üzerinde durulması gereken bir konudur. Ayrıca “AB Ortak Tarım Politikaları” ile uyumlu bir tarımsal yapılanma sağlayabilmek için tütün üreticilerinin örgütlenmesi (Kooperatif, üretici birlikleri, sendika olarak) gerekmektedir. İnsan sağlığına olan olumsuz etkilerinin oluşturduğu kamuoyu bilinci, ilk olarak 1996’da başlayan yasakların alanını genişleterek artması, uluslararası pazarlarda rekabet gücünün düşmesi ile birlikte ilerleyen yıllarda tütün üretiminde yaşanan gerilemenin artarak devam edeceği öngörülmektedir. Bununla birlikte asıl gerekli olan Türk tütüncülüğünde stabil bir üretim seyrine ulaşabilmektedir. Gelişen dünya, insan sağlına verilen önem ve artan bilincin uzun vadede tütün ziraati için olumlu bir tablo sergilemeyeceği açıktır. Bu nedenle öncelikle tütün üretiminde planlı bir azalma ve devamında üretimi belli bir dengede tutuma hem üreticiyi birden bire mağduriyete düşürmenin önene geçecek hem de Türkiye bölgesel anlamda (AB, Ortadoğu ve komşuları içerisinde) hala önemli bir üretici olarak bu faaliyetten kayda değer bir kazanç sağlamaya devam edecektir. Son olarak Türkiye’deki üstün vasıflı ve yöresel bir özellik arz eden tütünlerimizin coğrafi işaret kapsamına alınarak korunması hem kültürel hem de ticari açıdan büyük önem arz etmektedir. Nitekim bu kapsamdaki tek örnek olan Çelikhan Tütünü ile birlikte Bafra Tütünü, Şemdinli Tütünü, İzmir Tütünü ve İskenderun Tömbeki Tütünü işaretleme kapsamına alınarak birer marka haline getirilmelidir. Bu durum ulusal ve uluslararası pazarlarda üreticiye ve sektörde faaliyet gösterenlere önemli katkılar sağlayacaktır. 
 
Saygılarımızla,